Sorumlu Yetkililerimiz
Bülent Kuşoğlu

Samimi olarak söylüyorum bunca sorun varken bu konuları yazmaktan hiç haz duymuyor hatta utanıyorum. Ancak, ülkenin en tepesindeki kişiler bu kadar önemli konuları hiç gereği yokken gündeme taşıyınca cevapsız bırakmakta yanlış oluyor.
İlki şu laiklik meselesi. Tabi ki düşünceniz laikliğin kaldırılması olabilir ve bunu da ifade edebilirsiniz. Normaldir. Ama “Yeni Anayasa’da laiklik olmamalıdır” diye durup dururken bir Meclis Başkanı olarak buyurucu bir tavırla konuşamazsınız. Konuşur ve sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan veya diğer yetkililerde dahil olmak üzere kendi safınızda ki hiç kimseden destek alamazsanız da meşruiyetinizi kaybedersiniz. Nitekim öyle olmadı mı? TBMM Başkanı en azından itibar kaybetmedi mi?
Gerçekten anlayamıyorum, TBMM Başkanı durup dururken laikliği neden tartışmaya açtı? Neden laikliğin kaldırıldığı bir anayasa istediklerini söyledi ve sonra konuyu kapatmaya çalıştı?
Toplum olarak yeterince dindar değil miyiz? Laiklik kalkınca dindar ve ahlaklı mı olacağız? Ya da şöyle sorayım; Devleti dini esaslara dayandırsak daha ahlaklı mı olacağız? Dini esaslara dayalı devletler daha ahlaklı ve gelişmiş mi? Din devleti olsak daha dindar mı olacağız? Din devletleri daha dindar mı?
Laikliği kaldırınca daha çok mu çalışacağız, inovasyon mu yapacağız? Hangi laik olmayan ülke daha çok çalışıyor ve teknoloji üretiyor?
Laikliğin anayasadan kaldırılması veya olmaması dinin bir gereği mi? İslam akıl dini değil mi?
Tabi ki laiklik adı altında din düşmanlığı yapılmamalı, dinin yerine laiklik konulmamalı, laiklik dinin doğru yaşanmasını sağlayan bir unsur olmalı ama bunlar laiklik kaldırılırsa çözülecek konular değil ki… Hem yıllardır başta kendini dindar sayan bir iktidar yok mu?
Saçmaladık, gereksiz yere birbirimizi üzdük. Tartışmamız, halletmemiz gereken birçok sorunumuzu ihmal ettik. Bravo bize…
Rahmetli Süleyman Demirel, Güniz Sokak’taki evinin çalışma salonunda bir gün benim de aralarında olduğum küçük bir gruba “Herkes farkında olsun olmasın laik yaşamak ister ama sorarsanız dini kurallara göre yaşamak istediğini söyler. Onun için laiklik konusunu halkla tartışmayacaksınız, uygulayacaksınız” demişti. Aynen öyle. Laikliği tartışmak sanki dini olan ile din karşıtlığını tartışmak gibi algılanıyor. TBMM Başkanı ve onu destekleyenler de kendilerini çok dindar sayıyor ve çok mübarek, hayırlı hatta sevap kazandıran bir iş yaptıklarını sanıyor olmalılar…
Lüzumsuz tartışmaları sadece TBMM Başkanı seviyesinde yapmıyoruz ki, bilakis en fazla Cumhurbaşkanı seviyesinde yapıyoruz. 23 Nisan’ı kutlamamak için sürekli bahane üreten İktidar, Osmanlı’nın son birkaç yılında gerçekleşen ve askeri yönü siyasetle desteklenmeyen bir zaferi (Kut’ül Amare) kutlamaya çalışırken Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle söylemiş;
"Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyete atlıyorsa biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır.”
Bu müthiş cümleleri kuran Cumhurbaşkanı ve konu tarihimiz olunca, ihmal etmeden ciddiye alarak sormak gerek; Kim bu medeniyetimizin tarih anlayışını 1919’dan başlatan? Kim bu son 200, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp milletimizin hasmı olan?
Bu nasıl bir düşmanlıktır, devletin başına geçiyorsunuz, devlet son 14 yıldır sizin yönetiminizde ama devlete olan düşmanlığınız bir türlü bitmiyor?
Cumhuriyet tarihi 1919’dan başlar ama milletimizin, medeniyetimizin tarihi asla 1919’dan başlamamıştır ve başlatılmamıştır. İslam öncesi ve İslam dönemleri de bizim tarihimizdir ve kimse inkar etmemiştir. Eğer, konu Atatürk ise onun bir çok Osmanlı Padişahını takdirini çok iyi biliyoruz, inkar yoktur. Bildiğim kadarıyla Türk tarihinin tüm dönemlerini içine alan tarih kitabını da Atatürk edit etmiştir. Yani inkarın olmadığı çok nettir. Tarihimizin inkarı asıl şimdi iş başında olan zihniyetle başlamıştır.
Çanakkale büyük bir zaferdir ama komutan Alman Liman Von Sanders idi. Kut’ül Amare’de bir askeri zaferdir ama son birkaç güne kadar komutan Mareşal Goltz’du. Yani artık askeri yönetimi dahi yabancılardaydı, düşünebiliyor musunuz? Osmanlı defalarca kaç kez bitmişken bir başka ülkenin araya girmesiyle kurtulmuştu hala farkında değil miyiz? Hala Osmanlıyı Atatürk yıktı mı sanıyoruz? Osmanlı hanedanı devam etse Anadolu çocukları yönetime gelir miydi sanıyoruz?
Bir şey söyleyeyim mi?
Biz izanımızı, irfanımızı ve imanımızı yitirdik…
Sorumlu yetkililerimiz; uğraştıklarınız, dilinize doladıklarınız halkın meseleleri değil…  Dunning-Kruger Sendromu ülkeyi esir almış vaziyette…



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/sorumlu-yetkililerimiz/5095