Biyoterörizm
M. Kürşat Türker

1347 yılında Cenevizlilerin elindeki Kaffa kalesini bir türlü ele geçiremeyen Moğol komutanları , yeni yayılmakta olan veba hastalığından ölen savaşçıların cesetlerini mancınıkla kalenin içerisine yollamış ve tarihte ilk biyolojik savaş hamlesini gerçekleştirmişlerdir. Cenevizliler cesetleri kaleden uzaklaştırsa da bakterinin yayılımını engelleyememiş, bir hafta içerisinde kaleyi teslim ederek kadırgalarla önce İstanbul , Girit  ve ardından Cenova , Venedik ve Marsilya'da gerçekleşen salgınların yayılım sebebi olmuşlardır. İki yılda İtalya'nın şehir devletlerinin nüfusu yarıya inmiş ve 1348-1353 seneleri arasında tüm Avrupa'da 25 milyon kişi  Kara Ölümün pençesinde can vermiştir.
                            1763 yılında kuzey Amerika Kızılderililerin kışın üşümemesi maksadıyla çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyelerin muhtaçlara ulaştırılması için Sir ünvanlı bir İngiliz komutan mesai harcamıştır.
                            1. Dünya savaşına gelindiğinde orta-batı Avrupa'da ortaya çıkan grip virüsü ( H1N1 ) , başta İspanya olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde 70 milyona yakın insanın ölümüne yol açmış , neredeyse birinci dünya savaşının kayıplarını ikiye katlamıştır. Yakın zamanda tekrardan mevcut formun yürürlüğe girmesi ( Kuş Gribi ) kimilerine göre rastlantısal değildir..,
                            1967 yılında Frankfurt ve Marburg şehirlerinde ve nerdeyse eş zamanlı olarak Belgrad şehirlerinde sonradan Marborg virüsü adı verilecek olan bir virüs çeşidi tedavüle sokulmuştur.., Salgının başladığı yerler kimilerine göre biyolojik silah laboratuvarları iken , devletler için aslında ilaç ve aşı geliştirme merkezleridir. Virüsün,  deney için  Afrika'dan getirilen maymun ve makaklardan talihsizlik eseri çalışanlara bulaştığı şeklinde açıklamalar tarih sayfalarını işgal etmiştir. Ve bu olaydan sadece 9 yıl sonra Zaire , Sudan  ve Kongo'da , yine eş zamanlı olarak bu kez Ebola virüsü adı altında ( Marburg virüsü ile yakın akrabalık bağı viral düzeyde ispatlanmış ) salgınlar baş göstermiş ve sağlık personeli başta olmak üzere bir kaç köyde toplu ölümler gerçekleşmiştir. Çoğu vakanın iç organlarını kusarak öldüğü , yaygın doku ve organ kanamaları ile hastaların kaybedildiği bildirilmiştir. Ve bu gün itibari ile Dünya sağlık teşkilatlarının  genel kabulü şöyledir ;  Kuduz hastalığından sonra öldürücü etkinliği en yüksek olan hastalık Ebola Hemorajik Ateşi'dir..,
                          1979 yılında SSCB'nin Sverdlovsk kentindeki bir askeri mikrobiyoloji laboratuvarında Şarbon salgını sonucu ölümlerle karşılaşılmış ve aynı Şarbon etkeni 11 eylül sonrası çeşitli yankee kuruluşlarına zarflarla iadesiz , taahütsüz  olarak postalanmıştır..
                          Bahsi geçen salgınlar gibi dünya tarihinde, çok sayıda virüs ve bakteri etkenine bağlı salgınlar gerçekleşmiş ve bu salgınlar toplu ölümlere sebebiyet vermiştir. Tabii olarak bu salgınların bazılarının laboratuvarda başlaması şüphe uyandırabilecek bir durum gibi gözükse de , esasında bu araştırmaların ilaç ya da aşı geliştirmek maksadıyla yapıldığını düşünmemek için komplo teorisyeni olmak gerekir. Şehir efsanelerinde; yeni keşf olunan , bulaşma yolu ve hastalık süresi bilinmeyen çeşitli mikrobik etkenlerin idama mahkum insanlar üzerinde denendikleri hikayeleri dilden dile dolaşmaktadır. Gün itibariyle tekrardan popülarite kazanan Ebola virüsünü ilk duyduğumda ( 1995 ) , biyokimyasal yapısından şüphelenmiş ve biyolojik silah çalışması olabileceği kuşkusunu edinmiştim. Özellikle Afrika kıtasında cereyan eden salgınlarda, muhkem karantina kuralları ile virüsün kendisini ihracı engellenmiş olmasına rağmen , tüm dünya son salgınların yayılımı anlamında tetikte olmak zorundadır. Gün itibariyle ilaç ya da aşı geliştirilmesinin maliyetini karşılayacak bir Afrika kabilesi bulunamadığından ve dünya kapitalizmle helak vaziyette iken insanlık ve de hatta insansılık üzerindeki tehdit hesap edilenden fazladır. Ulaşımın hızlanıp kolaylaştığı modern çağ insanlığı için özellikle biyoterörizm , sonuçları itibariyle uçak, gemi ya da tren kazalarından çok daha vahim neticelere yol açabilir. Bana dokunmayan yılan mümkünse bin yaşasın mantalitesini şiar edinmekten çekinmeyen toplumların uzak yayılım durumlarında ilaç ya da aşı geliştirmek için zamanlarının olamayacağını hesap etmesi gerekmektedir. Biyolojik ve fizyolojik olarak insan türüne yakınlığı itibariyle maymun türleri , modern tıp ilminde deneysel çalışmalarda istihdamın ana kaynağı iken , gerek primat hayvan neslinin azalması ve gerekse de insan nüfusunun hızlı artışı sebebiyle istihdamın yönü değişmiş de olabilir..
                           Biyoterörizm , kapsamı itibariyle sadece mikrobiyoloji alanında karşımıza çıkmamaktadır. Bugün ülkemizde bonzai ( Uyuşturucu ve uyarıcı kapsamında değerlendirilen çeşitli etken maddelerin sıvı formlarının çeşitli bitki türlerine emdirilmesi ile doğal bir bitki görüntüsü altında yeni nesil zehirleme metodu ) adı altında ünlenen ve bu ününü de ölüm yan etkisi sayesinde kazanmış bir biyolojik silah hepinizin malumudur. Yaklaşık üç yıldır internet sitelerinden düşük fiyatlarla sipariş edilebilen bu madde  etkinliğinde deneysel şizofreni yaşayan gençler , metabolik ve psikiyatrik olarak kalıcı zararların yanında ölüm riski ile de karşı karşıyadır. Kalp damarlarında herhangi bir sorun olmayan şahıslar dahi kalp krizi geçirebilmekte , madde kullanımına bağlı psikoz tanısıyla uzun süreler psikiyatrik tedavilere muhtaç hale gelebilmektedirler. Özellikle ülkemizi ilgilendiren bu durum acil kodu ile ve zaman kaybetmeksizin yetkililerin profesyonel müdahalesine muhtaç bir hal almıştır. Kaybedilmekte olan, sadece erken bunayacak genç beyin servetimiz değil , tedavileri için ithal etmekten başka şansımız olmayan çeşitli ilaç kategorisindeki maddelere harcayacağımız milli servetimizdir ..!



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/biyoterorizm/4344