İşte Özdemir'in Akşam'daki "Geleceği konuşabilmek" başlıklı yazısı...
Bayramlar ya da bütün bir ülke için önemli anma günleri, bir anlamda da muhasebe günlerimiz olmalıdır.
Bu yazıyı 10 Kasım’da yazıyorum. Bir yandan da gözlemliyorum. Okullardaki törenlerde, televizyonlarda, gazetelerde, internetteki sosyal mecralarda yazarak ya da yazmayarak duruşunu ortaya koyanların büyük çoğunluğu, esasen 10 Kasım’ı kendi politik çizgisi için alenen kullanıyor.
Böyle bir tavır, her şeyden önce Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına açık bir hürmetsizliktir. Oysa hepimiz için buluşma noktası, Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle anmak olmalıdır.
Sonrasındaki vazifemiz, o gün, o şartlarda bile bize bu ülkeyi emanet bırakanlara borcumuzu ödemenin ön şartı, düne ve bugüne takılmadan geleceğin dünyasında çok daha etkin yeni bir role kanatlanacak yeni bir Türkiye hayali kurmaktır.
Şu sığ çekişmelerden bir türlü çıkamıyoruz. Bir kısmımız dolu tarafını, diğer kısım boş tarafını dillendire dillendire, bir bardak suda fırtınalar koparmaktan bir türlü bıkmadık.
Ülkenin gündemine bakıyorum; eyvah ki eyvah... En son tartışma konumuzu tekrar hatırlatmak bile istemiyorum. Ben sınava girdiğimde, Türkiye’de 29 üniversite vardı. Bugün 179 üniversite var. Elbette bununla birlikte gelen sosyal sorunlar olacak ve biz çözüm bulacağız. Yarın daha farklı sorunlar ve daha farklı çözümler karşımızda olacak. İnsan olmanın ve birlikte yaşıyor olmanın gereği bu. Bugün yeni açılan üniversitelerdeki öğrenciler için yeterince yurt olmadığını ve bu ihtiyacın karşımıza bir sürü sosyal problem çıkardığını hepimiz iyi biliyoruz.
Zaten şu nurtopu gibi tartışma konumuzun pimini de bu sorun çekmedi mi? Önce Kızılcahamam kampında Anadolu kentlerinden böylesi yasal statüsü olmayan yurtlara ilişkin şikâyetler geldi. Ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Finlandiya, İsveç ve Polonya gezisine çıkarken sorulan bir soru ve verilen cevaptan alıntılanan kısım, ülke için en hayati mesele haline geliverdi.
Bu konuyu, ben de burada iyice uzatacak değilim. Ama bu tartışma sırasında Başbakan Erdoğan’ın kullandığı iki cümleyi dikkatinize sunacağım. İlk cümle şu: “Her türlü yaşam tarzının güvencesi olacağız.” İkincisi, “Muhafazakâr bir iktidar olarak anne - babalardan gelen feryatları duymazdan gelemezdik!” Bu iki cümleden yola çıkıldığında tartışmanın hiçbir tarafı için sorun yokken, konu bir anda ülke için hayat memat meselesi haline geliverdi!
Bunda iktidarı, muhalefeti, medyası hepimizin payı var. Sadece fırsat kolluyoruz. Bir punduna getirip karşımızdakini nasıl açığa düşürebiliriz derdindeyiz.
Oysa geleceği bütün taraflar ile ve olabildiğince kapsamlı bir biçimde konuşabilsek, belki de bu tür kısır çekişmelerle çok daha az zaman kaybedeceğiz.
Yüzlerce kelimeyle zor anlattığınızı bazen iyi bir karikatür çarpıcı biçimde özetleyiverir.Glasbergen’in bir karikatürünü gördüm. Karikatürde bir iş görüşmesine oturan kişi karşısındaki insan kaynakları yetkilisine diyor ki, “Nerede olduğumdan çok nereye gideceğim önemli. Bu yüzden size 2010 - 2030 arası özgeleceğimi getirdim!” Nükte, beni inanılmaz etkiledi.
Türkiye’nin komşularını bir düşünün. Öyle tek taraflı değil. Doğumuza da bakın, batımıza da ve hatta Avrupa ülkelerine bakın. Önyargılardan sıyrılıp, Türkiye’nin dünyadaki algısına, imajına bir bakın.
En basitiyle biz bu iç çekişmeyle uğraşırken Başbakan Erdoğan ve heyetteki işadamlarının ziyaret edilen ülkelerde imzaladıkları anlaşmalara bakın. Başbakan’ın mevkidaşı ev sahibi isimlerin konuşmalarını tekrar tekrar dinleyin. Artık dünkü Türkiye’de değiliz. Bugün ülkemiz çok daha farklı bir yere ulaştı. Yarın bugünkünden de çok daha farklı bir yerde olacak.
Ve yakın geleceğimizi iyice bir düşünün. 30 Mart 2014’te yapılacak olan asla sadece bir yerel seçim olarak görülemez. Aynı şekilde o seçimlerden sadece birkaç ay sonra yapacağımız seçim asla sadece bir cumhurbaşkanlığı seçimi değildir. Ve bu seçimin hemen bir yıl sonrasında bizi bekleyen bir de genel seçim var.
Ve Türkiye tarihinin bu en önemli kavşağına hızla ilerlerken gereken hiçbir adımı atmıyor. Anayasa mutlaka değişmelidir diyor ama üzerinde 4 partinin muvafakati olan 63 maddeyi bile değiştiremiyor. Bugünkü haliyle cumhurbaşkanlığı seçimi kesin bir yarı başkanlık sistemi anlamına geleceğini herkes biliyor ama bu konuda da yasal mevzuatın gerektirdiği hiçbir adım atılmıyor. Geleceği asla konuşamıyor.
İstiyorum ki, Glasbergen’in o karikatür karakteri kadar olalım.
Hiç olmazsa bu kritik kavşakta geleceği olması gereken biçimiyle konuşalım.